YARIM KALMIŞ BİR ÇALIŞMA_2
GÜVEN BORÇA’DAN ÖĞRENDİKLERİM
Eğer tamamlayabilseydim çok güzel bir çalışma olacaktı. G. Borça’nın
kitaplarını defalarca okumuş biri olarak bu yazıyı yazmayı çok istemi ancak
yine aynı sebeple tamamlayamamıştım.
Aygaz’ın satış grubunda üç yıl çalıştım. Aygaz’ın
marka imajının ve dağıtım kanalının en kuvvetli olduğu bir bölgede (İstanbul ve
Trakya illeri) satış faaliyeti yürüttüm. LPG sektöründe satış faaliyeti öz
olarak bayi kanalının yönetimidir. Bir satışçının görevi bayinin satış
etkinliğini geliştirmek ve şirket stratejilerinin bayi kanalında şekillenmesini
sağlamaktır. Aygaz’ın çok kuvvetli olduğu bir bölgede satışı geliştirmek zor bir iş değildi. Ancak
iş ve sektör bilgisi ile tecrübem arttıkça Aygaz’ın diğer markalar ile bir
farkının olmadığını bunun ciddi bir tehlikeye işaret ettiğini farkettim. Bu
şartlar altında satış gelişimini nasıl sağlayacağımız üzerine kafa yormaya
başladım. Aynı dönemde Aygaz’ın pazarlama grubuna katıldım ve bu konuda
yoğunlaşma imkanı buldum. Pazarlama grubuna katıldığım dönemde Güven Borça’nın
“Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar mı?” adlı kitabı yayınlandı. Kitap sanki benim sorularıma cevap vermek
üzere tam zamanında çıkmıştı. Büyük bir hevesle kitabı okudum. Bu kitabın marka
yolculuğunun giriş kapısı olacağını bilemezdim. Bu kapıdan bir defa girince bir
daha çıkamadım ve yaklaşık 1,5 yıl boyunca yoğun bir okuma ve araştırma süreci
yaşadım. Marka ve pazarlama konusunda ne bulduysam okudum. Güven Borça’nın öz
olarak aktardığı teorik çerçevenin marka konusunda her şeyi anlattığını bütün
kitapları okuduktan sonra daha iyi anladım. Üstelik G. Borça’da diğerlerinde
olmayan çok kuvvetli bir şey vardı:Türkiye’den yaşanmış vakalar. Para
dergisinde yayınlanmış ve daha sonra kitaplaşan yazıları(Reklamlardan
Sonra;Mediacat Yayınları) marka teorisinin Türkiye şartlarında somut markalara,
ürünlere uygulanmasıyla doluydu. Belki benzeri özellikte bir çabayı Al Ries ve
Jack Trout’ta gördüğümüz fakat bana göre
onlarıda aşan bir çalışmaydı bu kitap. Çünkü Al Ries ve Jack Trout neredeyse
hep aynı markaları örnek olarak verirlerken G. Borça’da vaka zenginliğinin
sınırı yoktu. Stratejik pazarlama ve konumlandırma yaklaşımı ile onlarca farklı sektörde (bankacılık,teknoloji,
gıda, kişisel bakım, otomotiv, spor,sanat vd.) vakaları değerlendirmiştir. Bu
vaka çalışmaları görmesini bilen gözler için çok ciddi taktikler ve metotlar
ile doluydu. Stratejik pazarlamayı ve konumlandırmayı kavramamda bu yazıların
büyük katkısı oldu. Konumlandırma yaklaşımını farklı açılardan tekrar tekrar
görerek özümsedim ve konuya mesleki bir inanç gelişti. Bana göre konumlandırma
pazarlamanın yer çekimi yasasıdır. Günümüzde konumlandırma yaklaşımını dikkate
alınmadan bir pazarlama başarısı gösterilemez.
Bu yazı ile G.Borça’ya karşı duyduğum gönül borcunu
ödemek istiyorum. G.Borça’nın çalışmaları olmasaydı ağaçlardan ormanı göremeyen
veya pazarlamayı körlerin fil tarifi gibi tanımlayan ve ülkemizde çokça bulunan
pazarlamacılardan farkım olmayacaktı.
Neler mi öğrendim?...
Aşağıda...
Dövisinise Yüksek Faiz
Yazı İmar Bankasının reklamını değerlendiriyor. Bu
yazıda bulduğumuz kavramlar; yaratıcı
fikir, prodüksiyon kalitesi, iletişimin tek fikir üzerine kurulması ,
istikrarla sürdürülmesi ve konumlandırma. Devamında stratejik pazarlamanın
temel kavramlarının diğer bankalardaki eksikliğine değinerek İmar Bankasının
başarısını onaylıyor. Bu kavramlar segmentasyon, hedef kitle seçimi, net bir
tüketici vaadi ve marka ruhu. İmar
Bankası bu kavramların nasıl şekillendiği ve aynı zamanda nerede eksik
kaldığı konusunda somut bir örnek. Bu özelliği ile stratejik pazarlama
yaklaşımının başarısı olarak
değerlendirilebilir. İmar Bankası’da tüm diğer bankaların yaptıklarını
yapıyor. Mevduat topluyor, birikimlere faiz ve yatırımlara kredi veriyor vb. Ne
varki banka sadece dövize yüksek faiz fikrine odaklanıyor ve yıllar boyunca işliyor.
Bu da bankanın diğerlerinden ayrışmasını sağlıyor. “Her zaman daha yüksek veren
bir başkası olsa da ortalama tüketicinin beyninde dövize yüksek faiz ile İmar
Bankası özdeşleşmiştir(s:16).” Bu konunun çok kritik olduğunu deneyimlerim ile
biliyorum. Marka konumu için önerilen bir vaatin diğer markalardada olduğu
ileri sürülerek karşı çıkılır. Ancak marka iletişiminde sorun vaadin kimde olduğu
değil kim tarafından sahiplenildiği ve anlatıldığıdır. Günümüzde bir vaadin
rakiplerdede bulunabileceği çok açık bir gerçektir. Bu önlenemez. Ancak bir
vaadin tüketiciler tarafından bir marka ile özdeş görülmesi sağlanabilir ve bu konum
korunabilir. Nitekim Mike Moser’in Amerika’dan verdiği örneklerde bu görüşü
desteklemektedir. “Federal Express ‘Kayıtsız şartsız ve kesinlikle akşama elinizde
olmalıysa...’ sloganıyla reklam yaptığında, bu vaadini tutarak teslimat
yapabilen tek şirket değildi.Aynı Şeyi Emery Express, Airborne Express ...
yapabiliyordu.Fakat Federal express, markasını özel olarak bu mesaja odakladı
ve şirket buna sahip oldu...Bu marka, bir gecede teslim garantisiyle eş anlamlı
hale geldi” (Mike Moser,Marka Yaratmanın Beş Adımı,s:65,Mediacat Yayınları).
Hangi Ortak Daha Eşit
Yazı Shop&Miles reklamı ile USP ve ortak marka
kavramını kuvvetle vurguluyor. “Hani hep diyoruz ya USP öldü diye, işte bu ürün
bir istisna, çok sıkı bir USP’si var.Başka kimsede olmayan bir şey, bir
imtiyaz.”(s;18) Bugün herhangi bir
pazarlama kitabını açın pazarlama çağlarını görürsünüz:Ürün çağı,USP çağı, İmaj
çağı, Konumlandırma çağı... Bu bölümleme doğru olmakla birlikte okuyucularda statik
düşünme eğilimini besliyor. Bu bakış açısıyla yetişen bir pazarlamacı artık USP
çağının bittiğini düşünerek konumlandırma yaklaşımını kullanmaya çalışacaktır.
Belkide ürününde çok kuvvetli bir USP vardır. Fakat yok bizim pazarlamacımız
“illaki konumlandırma diyecektir çünkü USP öldü”. Fakat yazı kart savaşlarının
içinde bir USP fikri bulunduğunu göstererek pazarlamacılara her zaman dinamik
düşünmeleri gerektiğini öğretiyor. Marka stratejisi üzerine çalışırken statik
düşünmeden kaçınılmalıdır. Eğitim ile şartlanmış zihinleri zorlamak ve dinamik
düşünmek gerekir. Çünkü pazarlamacıya yol gösterecek olan zihinde donmuş ve
kalıplaşmış bilgiler değil pazar dinamikleridir. 2001 yılının ortasında bir USP
fikri geliştirilebildiyse her zaman geliştirilebilir. Yeterki kalıplardan
kurtulalım ve markamızı, pazarı ve rakipleri iyi değerlendirelim.
Ortak marka Türkçe’de hemen hiç bir kaynakta rastlayamacağımız
bir kavram. Sanırım ilk kez David Aaker tarafından formüle edilmiş. “Ortak
markanın avantajı, bir markanın tek başına sunamadığı bir yararı iki markanın
birlikte sunarak ciddi fark yaratabilmesidir(s:19)” Shop&Miles, THY ve Garanti Bankasına ait
bir ortak marka. Ve ortak markalar dünyadada yaygın olarak kullanılmaktadır.
Özellikle hizmet sektörü ortak markalar inşa etme potansiyeli taşıyor. Ürünün
faydasında, dağıtım kanalında ya da tüketicinin yaşam alanlarında kesişen
markalar, birlikte ortak markalaşma yolunu seçebilirler. Türkiye’de yeterince
kullanılmamış ve değerlendirilmemiş bir marka tekniği olarak dikkate
alınmalıdır.
Reklam Testine İnanır mısınız?
Güven Borça araştırma düşmanlığına bayrak açmış bir
pazarlamacıdır. Hemen her fırsatta (ülkemizde yaygın olan) araştırmanın ihmal
edilmesini eleştirmektedir. Bu yazısında da
Maximum Kart (İş Bankası) reklamı ile araştırma ve özelde reklam
araştırmasına değiniyor. Güven Borça ürün ve kavram geliştirmede, Pazar ve
tüketici tahminlerini netleştirmede araştırmanın etkili olduğunu söylemektedir. Ancak
G.Borça’ya göre reklam araştırmasında bu etki düşmektedir. Çünkü reklamı ölçmek
zordur ve iyi bir araştırmada dahi bir şeyler kaçırılabilinir. Özelliklede
reklamın storyboard ve animatik üzerinden test edilmesi yanıltıcı olabilir. Bu
yüzden reklam yaratma sürecinin verimliliğinin arttırılması kritik önemdedir.
Deneyim iyi reklamın farkedilmesinde önemli bir
faktördür.
Yazı da bir marka stratejisine değinilmektedir.”All
in One” stratejisi. İş Bankası benzer pazar şartlarında bir çok firmanın
yaptığı gibi geç giren bir büyük olarak
rakiplerinin bütün vaatlerini toplayarak bizde hepsi var diyor. Büyük
firmalar-markalar için bu strateji kaçınılmaz görülmektedir. Bir pazara
sonradan giren büyük bir marka rakiplerinin vaatlerinin hepsini sahiplenme
eğilimi gösterir. Biraz büyüklüğün verdiği konum birazda finansal güç ile bunu
başarabilirde. Ancak bu kuvvetli bir marka inşasını garantiler mi ? 2004 yılında
bunun sonuç vermediğini görüyoruz. 2000 yılından sonra başlayan kartlar
savaşını Bonus ile World Kart kazanmış görünüyorlar. Arkasında Axess, İdeal
Kart ve Advantage geliyor. Bunların arasında Maximum kart marka kimliği ve
kişiliği geliştirilmesini ihmal ederek flulaşmıştır. Net bir konum kazanmayı ve
ayrışmayı gerçekleştirememiştir.
İş Bankası örneğinde olduğu gibi “All in One”
stratejisi her zaman sonuç vermeyebilir. Bundan kurtulmanın yolu sona kalmamak
ve stratejik pazarlama yönetimini uygulamaktan geçer.
Bu Reklamları Herkes Seviyor
Bu yazıda marka iletişiminin çok kritik bir kaç
kavramının değerlendirildiğini görüyoruz. “Bencil vaat” , “tüketici bilgisine
dayandırılması gereken ve her reklamda tekrarlanacak bir ana vaad” ve “stratejinin
tüketici ile tüm temas noktalarında uygulanması gerektiği”
“Bencil vaat” ilk olarak Claude Hopkins’in değindiği bir kavramdır.
Firmanın pazarlama faaliyetinin odağına tüketiciyi değil kendisini koyduğu
zaman gerçekleşir. Firma tüketici için ne anlam ifade ettiğini anlatmak yerine
ne ve kim olduğunu anlatır ve böbürlenir. Büyük fabrikalar, görkemli binalar,
ihracat yapılan ülke sayısı, gerçekleşen ciro bu strateji tarafından kullanılan
kavramlardır. Başarılı olduğu görülmemiştir.
Bir merkez ve bu merkeze doğrudan bağlı bir dağıtım
kanalı yapısı varsa ve tüketicinin marka ile teması bu dağıtım kananllarında
yaşanıyorsa markalaşma başarısı merkezle
dağıtım kanalı arasında gerçekleşecek senkronizasyona bağlıdır. Eğer tüketici,
merkezin belirlediği ve iletişimini yaptığı stratejiyi dağıtım kanalında
göremezse bir marka inşası gerçekleştirilemez. Bu çelişki en iyi benzin
istasyonları, otomobil bayileri, çok şubeli bankalarda görülür.
Ne Olacak Bu “İş”ler?
Bu yazı İş Bankası reklamı çerçevesinde temel marka
stratejisine değinirken önemli bir deneyimi aktarıyor.
Günümüzde bir reklam kampanyası yapılırken şu
sorulara kesinlikle cevap verilmelidir: Marka “ ... nedir, neden vardır, ne iş
yapar, kimi hedefler, rakiplerine üstünlükleri nelerdir, kuvvetli olduğu ürün
alanları hangileridir, neden onu tercih edelim, kimliği ve kişiliği nedir gibi
temel marka sorularına cevap verilmelidir”
Yani;
- Markanın tüketiciye sunduğu özelliklerden,
faydalardan hangisi diğerlerine göre daha üstündür.
- Markayı rakiplerden ayrıştıran,
farklılaştıran en önemli özelliği
nedir?
- Markanın temel vaadi
nedir?(G.Borça;bkz:www.markam.biz)
Soruları karşısında net olunmalıdır. Yazıdaki
ikinci temel marka gerçeği “herkes için herşey olunamayacağıdır”. İletişimde
mutlaka bölümlemeye gidilmelidir.
G. Borça bu temellerden sonra çok önemli bir
deneyimini aktarıyor:”İletişimde dönemsel başarılar ajans, istikrarlı
başarısızlıklarda reklamveren ağır basar. Ve biliyorum ki iyi bir strateji ve
brif en kötü ajansa bile ortalama bir iş yaptırır”. Şapkayı önüne koyup düşünme
zamanı!
Son ders.”...Yaratıcılık adına marka adını
bozmayın...”
Kibar Rekabet
Kartlar savaşını değelendirildiği yazılarda sırada
Axess var. Axess pazara bir meraklandırma kampanyası ile girdi. Pazara giriş evresinde
meraklandırma kampanyası şartların iyi değerlendirilmesi ile kullanılabilecek
bir tekniktir. G.Borça’ya göre Axess’te başarılı olan bu teknik daha sonra göreceğimiz gibi
Aria’da yanlıştır.
Çağdaş Veresiye Defteri
Yazı Visa’nın Çölde Sinema reklamı ile kredi kartı
pazarı, Türk toplumundaki yeri ve ödeme sistemlerini tartışıyor. Fakat yazının
en önemli ögesi Türk toplumunun alışveriş alışkanlıklarına ait bazı nüansların
aktarılmasıdır. “Türkiye ile benzeri gelir seviyesinde olan ülkelerde hızlı tüketim
ürünleri sektöründe çok küçük ambalaj boyları satılır.250g deterjan, 10 ml
şampuan, 500g yağ gibi. Çünkü düşük gelire sahip halkın cebinden çıkacak para
az olmalıdır”.
Fakat Türkiye’de işler başka şekilde olur.
”Türkiye’de ise büyük-ekonomik boylar çok satar.Sıvı yağda 10-17 lt, deterjanda
3-5 kg. Bakliyat ve unda çuval. Yani gelir seviyemiz düşük halkımız, hesaplı
olan büyük ambalajları finanse edecek gücü bir şekilde bulur ve uzun vadede
ekonomi sağlar, temel satınlma gücünü arttırır.” Peki bunun sırrı nedir?
G.Borça üç gerekçe sunar: Bütçe konsantrasyonu, aile dayanışması ve veresiye
olanakları. Veresiye olanaklarından kredi kartları ve alışveriş kartlarına
geçilir ve Türkiye’deki gelişimi ile
yazı devam eder. Fakat şu Türk toplumunun büyük boylara olan eğilimi ihmal
edilmemesi gereken bir nüans olarak artık karşımızdadır.
USP Sizlere Ömür
Yazının odak noktası marka kimliği-kişiliği ve
hangi şartlarda geliştirileceğidir. Bonus Card Advantage,Galaxy ve Taksit Kart
gibi birinci nesil kartlardan sonra pazara girerken onlardan farklı olarak
somut bir ürün üstünlüğü ile girer:Para biriktiren chip.Bu özellik o gün için
çok ciddi bir USP’dir. “Hangi Ortak Daha Eşit” bölümünde USP konusuna değinmiş
ve pazar şartlarının dinamik değerlendirmesi ile eğer şartlar elverişliyse
USP’nin kullanılabileceğini vurgulamıştık. Ancak günümüzde bu pek az sektörde
mümkündür. Teknolojik farklar ve üstünlükler artık hiçbir markaya yar
olmamaktadır. Bu durum pazarlamada marka kimliği-kişiliği çağını doğurmuştur.
Somut bir ürün üstünlüğüne dayanılamadığı şartlarda ayrışma ve farklılaşma
marka kimliği-kişiliği ile gerçekleştirilir. Marka kimliği-kişiliği markanın
iletişiminde ana eksen olur. Tüketiciye, somut bir üstünlük ve fayda istikrarlı
olarak (başka bir rakip tarafından tekrar edilememecesine) sunulamıyorsa marka kimliği-kişiliği kullanılarak ayrışma gerçekleştirilir. Çünkü kişilik taklit edilemez ve tekrarlanamaz . Üstelik
tekrarlansa bile yaptıkları ile asıl sahibi olan markaya hizmet eder.Kişilik-kimlik
markayı bir şekilde “damgalayarak” benzerlerinden ayrıştırır. Bonus Card Bonusgiller ile başladığı kimlik
oluşturma sürecini peruk ile sonuçlandırdı. “Alın size binlerce uygulama
olanağı veren, her türlü gruba uyarlanabilecek taklit edilemez bir marka
kişiliği. Zaman içinde karşınıza çıkabilecek her türlü sorunun çözümünü de
içeren bir marka kişiliği.” Tam iki sene önce yapılan bu yorum ne kadar haklı
olduğunu gösterdi. Bonus Card peruk figürünü kullanarak onlarca farklı yaratıcı
fikir ile iletişimini yaptı. Futbol klubüne Bonus Card ile alınan ve yanında
bedavaya gelen peruklu futbolcular ve Kadir İnanır’ın oynadığı reklam filmi ilk
akla gelenler. 2004 yılbaşı öncesinde Noel Baba yerine Bonus Baba fikrini
geliştirme olanağı verende bu peruklu kişilikti. Marka kişiliği geliştirmeyi
ihmal etmeyen diğer bir banka Yapı Kredi oldu. Taksit Kart ve diğer kredi
kartlarını birleştirerek World Kartı çıkartan banka mor renkli “vadaları” ilede
bu karta bir kimlik-kişilik kazandırdı. Bugün bir araştırma yapılsa tüketici
zihinlerinda hakim olan ve bilinirliği yüksek olan kartlar bu ikisidir. Bonus
Cart’ta, World Cart’ta sadece bu kişiliklerini kullanarak sürekli gündemde
olmayı ve toplumsal yaşamın her parçası ile ilişkili bir şekilde ortada kalmayı
başarabiliyorlar. Bu iki kart bir tarafa diğer kartlar bir tarafa konulduğunda
aradaki fark görülebilir. İki yıl önce marka kişiliği kavramını Bonus Card ile
gündemimize sokan ve çokda iyi anlayamadığımız G.Borça’yı sanırım şimdi daha
iyi anlıyoruz.
Mesaj Kaygısız Gösteri
Akbank reklamının değerlendirildiği yazının en
çarpıcı cümlesi şu:”...bu bir banka reklamı ve ülkemizde banka reklamı
kategorik olarak ’havada asılı iddialar’ silsilesi demektir.” Bir reklamcılık kültürü bundan daha iyi
özetlenemezdi.
Soğuk suyu Kim İçiyor?
Üçüncü GSM operatörü olarak ne yapacakları merakla
beklenen Aria’nın ilk reklam filmi değerlendiriliyor. Aria’nın kampanyası iki
temelde eleştirilirken bir teorinin temeli
atılıyor. Birinci eleştiri ürün hazır olmadan (bu geniş bir şekilde
değerlendirilmelidir) yapılan kampanya stratejisine. İkinci eleştiri ise
meraklandırma kampanyasına. G. Borça, ihale sürecinde yeterince ve yüksek
düzeyde bir merak gelişmiş iken haftalarca teaser yapmayı yanlış buluyor. Ve
buradan o ünlü momentum teorisine geçiyor. “Yeni ürün lansmanında momentum çok
önemlidir. Müşteriler, dağıtım kanalları, kamuoyu haftalar boyu dikkatini size
veremez. İnsanların işi gücü var. Zamanlamayı çok iyi ayarlayıp bombayı
patlatırsanız bir momentum yakalarsınız.Herkes sizin ürününüzü konuşur,
kanallar ona yönelir, hareket gelir, bereket gelir” G.Borça kendi deneyimleri ile fizikten
esinlenerek geliştirdiği bu teorisine daha sonra Arçelik yazı dizisindede
değinir ve Palmolive’de yaşadıklarını anlatır. Bu yazıları okuduktan sonra hak
vermemek imkansızdır.
4 Milyon Müşteri Az mıdır?
Telsim’in ünlü Cem Yılmaz’lı “tamamen duygusal”
temalı reklam filmi değerlendiriliyor. Yazının en önemli ve günümüzede ışık
tutan fikri marka bağlılığı ile evlilik arasında kurduğu benzetmedir. “Marka
bağlılığı evliliğe benzer. Eşinizden biraz daha iyi birisine rastlayınca veya
kaynanıza gıcık oluyorsunuz diye boşanmazsınız. Cep telefonuda öyle. Alınan
temel hizmet aksamadıkça insanlar numaralarını değiştirmek istemez.” Üç yıl
önce yapılan bu yorum Aria ve Aycell’in yaşadığı başarısızlıktan sonra haklı
olduğunu gösterdi. Turkcell ve Telsim pazara ilk giren firmalar olarak hızla
kitleselleşerek pazarı ele geçirdiler. Bu akıma kapılarak arkadan gelen Aria
aylarca çok yoğun reklam yapmasına rağmen ciddi bir başarı kazanamadı. Aycell
hiç bir varlık gösteremedi. Ve sonuç ortada: AVEA...
Ortaya Bir ‘Mr. Winston’ Olsaydı
Bankacılık ve teknoloji pazarlarındaki
değerlendirmelerden sonra artık gıda pazarındayız. İlk yazı “Sir Winston Tea”
(SWT) markası üzerinden çay pazarına ilişkin. Güven Borça’da her bir kategoriye
ait pazarların büyüklüklerine ilişkin somut rakamlar bulursunuz. Bu rakamlar
ülkemizdeki belli başlı pazarların büyüklüklerini, firmalarını ve markalarını
daha iyi tanımanızı ve düşünmenizi sağlar. İşte somut bir kaç bilgi:”Çay pazarının
cirosu 700 milyon dolar.Türkiye gıda piyayasında gazlı içeceklerden sonra gelen
dört büyük pazardan biri. Diğerleri; sıvı yağ, bisküvi ve biradır.”