Geçen yazımızla Konumlandırma (Positioning) kitabının Türkçe çevirisini
selamlamıştık. Amerika’dan yaklaşık 40-50 yıl sonra yayımlanan bu kitap
üzerinde ne kadar çok durulsa azdır. Bu nedenle kitap hakkında yazmaya devam ediyoruz.
Kitabın İngilizce baskısında ki
“how to be seen and heard in the overcrowded marketplace” (aşırı kalabalık
pazarlarda nasıl görünür ve işitilirsiniz) alt başlığını okuduğumda
“düşünüyorum öyleyse varım” sözü aklıma gelmişti. René Descartes’a ait olan
ve batı rasyonalizminin kurucu ögesi
olan bu felsefi söz ile paralellik kurarak “konumlanıyorum öyleyse varım”
cümlesi zihnimde doğdu. Ve bu yazınında başlığını oluşturdu.
A.Ries ve J.Trout, kitabın yazıldığı yıllarda pazarlarda artık
aşırı ürün, reklam ve iletişim patlaması yaşandığını belirterek bunu rakamlarla
örneklerler. Verdikleri örnekler çok çarpıcıdır. Ancak bu rakamlar 1960’lı ve
1970’li yıllara aittir. Yani küresel ekonomi ve internet çağından çok önceye
ait rakamlardır. J.Trout yeni yazdığı yazılarda günümüzdeki ürün, iletişim ve
reklam bombardımanının kitabı ilk yazdıkları yıllardakini defalarca katladığını altını çizerek
vurgular. Bunun bizim açımızdan iki önemi vardır.
1.
Konumlandırma yaklaşımı hala geçerlidir
2.
Konumlandırma yaklaşımı günümüzde yeterli bile
olmayabilir. (Artık pazarlamada konumlandırmayı kapsayan ancak daha ileri
yaklaşımlara ihtiyaç duyulan bir çağdayız)
Bu yoğun iletişim bombardımanının
firmalar için bir riski vardır. Ürün ve markalar bu yoğun iletişim trafiğinde
kayboluyor, gittikçe artan oranda tüketiciler için görünmez oluyorlar. Bu
nedenle bir ürün ve hizmetin üretilmesi ve satışa sunulması artık ticari başarıyı garanti etmiyor. Yani bir ürün ve markanın fiziksel olarak var
olması yeterli değildir. Aynı zamanda tüketiciler (hedef tüketiciler) için
görünür olması gerekiyor. İşte ancak bu durumda Pazar yerinde gerçekten var
olduğunu gösterebilir. Bir başka deyişle tüketiciler eğer bir ürün ve markayı
görmüyor ve işitmiyorsa fiziksel olarak var olmasının bir anlamı yoktur.
İşe bu nedenle ben yazarların
yaklaşımını “konumlanıyorum öyleyse varım” cümlesi ile özetliyorum. Çünkü tüketiciler
bir ürün ve markayı görene ve işitene kadar var olduğundan bahsedemeyiz. Bir
ürün ve markada görünür ve işitilir olmak istiyorsa kendini konumlamak zorunda.
Ancak konumlanan markalar gerçek anlamda var olurlar.
Bu yaklaşım yerli şirketlerimiz
için özellikle önemlidir. Çünkü hala iyi bir ürün üreterek ve iyi bir reklam
yaparak başarılı olmayı bekleyen şirketler vardır. Rakiplerinizden daha iyi bir
ürün üretebilirsiniz hatta yoğun
reklamlarda yapabilirsiniz ancak eğer kendinizi konumlamadıysanız
tüketicileriniz sizi görmeyecek, işitmeyecek ve hatta fark etmeyecektir bile.
Yazarlar işte formüle ettiğimiz
bu basit ama önemli soruya cevap vermek üzere yola çıkıyorlar. Kendi ifadeleri
ile bu konsept o kadar basittir ki hala insanlar onun gücünü anlayamıyorlar.
Peki bu aşırı kalabalıklaşmış
Pazar yerinde bir ürün veya marka nasıl görünür ve işitilir olur? Sırayla
yazarların ana düşüncelerini özetleyelim;
·
Her şeyden önce üründen değil ürünün tüketici
zihnindeki izinden yola çıkılmalıdır. Sadece ürüne/hizmete odaklanılmamalıdır.
Odak noktası tüketicilere/ tüketici zihinine doğru genişletilmelidir. “Konumlandırma ürüne değil, ürünün tüketici
zihnindeki izine yaptığınız şeydir”
·
Bu nedenle konumlandırma yaklaşımının temeli
yeni ve farklı bir şeyler yaratmak değil, tüketici zihninde var olanlar arasında yeni bağlantılar kurmak
ve bunları yönlendirmektir.
·
Sosyal yaşam ve pazarlarda iletişim kalabalığı artarken insan zihni basitliğini korumaya devam ediyor. Bu basit
zihne girmenin yolu ise iletişim mesajlarının da basit olmasından geçiyor.
Basit ama tüketici zihnine saplanacak kadar keskin mesajlar.
·
Konumlandırma tüketici zihninde bir pencere açmak
için kullanılabilecek bir konsepttir. Bu konseptin temeli doğru zamanda, doğru
yerde, doğru şartlar altında iletişim yapmaktır.
·
Tüketici zihnine girmenin en kolay yolu pazarda
ilk olmaktır. Her zaman ilkler ve birinciler hatırlanır.
·
Tüketici zihnine girmenin zor yolu ise ikinci
olmaktır. Çünkü ikincileri kimse hatırlamaz.
·
Bu nedenle takipçi firmalar(sektöründe ilk
olamayan firmalar) -günümüzde- başarılı
olmak için tüketici zihninde bir konum yaratmalıdırlar. Bu konumu yaratmak için
sadece firmanın güçlü ve zayıf yönleri değil rakiplerinde güçlü ve zayıf
yanları dikkate alınmalıdır.
·
Bu açıdan bakınca rakiplerin pozisyonlarıda
önemlidir. Bir markayı ve ürünü konumlarken rakiplere “ karşı pozisyon”da
kullanılabilir. Yazarlar Avis’in meşhur “2 numarayız” ve Seven Up’ın “Uncola”
kampanyalarını örnek olarak verirler.
·
Yazarlar takipçi firmalara konumlandırma için
ana rakiplerinden daha iyi veya daha hızlı olmaya değil “boşluk bulmaya”
odaklanmalarını tavsiye ederler. Bu
boşluğu bulmak için ise her şeyi ters yüz edecek bir düşünme kabiliyetine sahip
olunması gerekir derler. Herkes doğuya gidiyorsa boşluk bulmak için siz batıya
gidin derler. Devamında konumlandırma için yararlanılabilecek “etkili
boşluklar”a örnekler verirler.
·
Kitap, daha sonra yeniden konumlandırma, marka
isminin önemi ve etkili bir konumlandırmanın önündeki tuzaklar konuları ile
devam eder.
·
Yazarlar 12 farklı vakada konumlandırmayı nasıl
kullandıklarını örneklerle açıklarlar. Bu örneklerde çarpıcı olan şey
konumlandırmanın sadece bir ürün (Xerox,Milk Duds) ve bir hizmet (Long İsland
Bank, New Jersey Bank, Mailgram) için değil bir ülke (Belçika, Jamaika), bir
bölge (kayak bölgesi;Stowe) ve hatta bir kilise ve kişisel kariyer için bile
yapılabileceğini gösterirler. Böylece pazarlamanın ve konumlandırmanın hayatın
her alanında kullanılabileceğine işaret ederler.
Umarım buraya kadar
yazdıklarımızla “konumlandırma
konsepti” hakkında yeterince fikir vermişizdir.
Bu kitabın yerli
şirketlerimizdeki “pazarlama yetmezliği”ne bir çare olmasını dileyerek yazımı
bitiriyor ve hala okumadıysanız kitabı okumanızı tavsiye ederek , sözü
üstadlara devrediyorum. 19.10.2013