31 Ağustos 2012 Cuma


ÖZEL ÜNİVERSİTELERİMİZE  KONUMLANDIRMA ODAKLI BİR BAKIŞ

 

Bu bakış açısının birinci aşaması özel üniversitlerimiz markalaşacak mı sorusudur. Adı üstünde bir eğitim kurumu özel ise yani kamu kaynaklarından desteklenmiyorsa ticari prensiplerle yönetilmesi kaçınılmazdır. Yani;

Ø  Özel üniversitenin kuruluşu için bir sermaye kaynağı ayrılmıştır.

Ø  Sermaye sahibi için ilk hedef bu sermayeyi çıkartmak ikinci aşamada  masraflarını karşılayarak yıllık ortalama % 15  karlılık sağlayacak şekilde gelir elde etmektir.

Ø  Yatırılan sermayenin geri dönüş oranı minimum 2,5 yıl maksimum 5 yıl olacaktır.

Ø  Girişimin sürekliliği düzenli gelir ve kar üretmesi ile mümkündür. Her ne kadar vakıf yatırımı olsa da  üniversitenin geleceği, ek sermaye koymadan kendi dinamizmi içinde yürümesine bağlıdır.

Ø  Gelirlerin tek kaynağı ise öğrencilerin ödemeleridir. Yani üniversiteler  yıllık bedeli ödeyebilecek öğrencilerin tercihini sağlamak durumundadır. Üniversite yıllık fiyatları nedeni ile ne yazık ki toplumun çok küçük bir yüzdesi bu imkandan yararlanacaktır.

Ø  Yani bütün özel üniversitelerin kontenjanlarını dolduracak kadar para ödeme gücü olan öğrenci tabanı olduğunu düşünmüyoruz.

Ø  Bu durumda önümüzdeki  yıllarda  bazı özel üniversitelerin kapılarını kapatacağını tahmin edebiliriz.

Ø  Kapıları kapatmamanın tek yolu her yıl bu dar öğrenci kitlesi içinde sürekli ve düzenli öğrenci kazanmaktır.

Ø  Bunun için her bir  üniversite hem devlet üniversiteleri hem de diğer özel üniversiteler ile rekabet halinde olduğunu kabul etmelidir.

Ø  Bir tespit daha yapabiliriz. Lise seviyesinde bazı özel kurumlar kendilerini markalaştırmıştır. Robert Koleji, Galatasaray Lisesi gibi kurumlar  kazandırdıkları yabancı dile becerisi ve eğitim nitelikleri ile paralı olmasına rağmen  gelir seviyesi uygun olan ailelerin tercihini kazanabiliyorlar. Bu aileler parasız eğitim imkanı olmasına rağmen çocuklarını devlet okulların göndermiyorlar.

Ø  Ancak üniversiteler için aynı şey geçerli değildir. Bugün Türkiye’nin en iyi üç üniversitesi (B.Ü., İ.T.Ü ve ODTÜ) devlete aittir. Ve sınavlarda ilk 1000 öğrenci bu okullara girebilmektedir. Eğer iyi bir öğrenci iseniz  parasal gücünüzden bağımsız olarak bu okullarda eğitim görme imkanına sahip olabilirsiniz.

Ø  Üstelik iyi bir eğitime bedelsizde sahip olunabiliyorsa neden para ödensin.

Ø  Yani eğitimin üniversite aşamasında durum  devlet üniversitelerinin lehinedir.

Peki bir üniversite  faaliyetinin sürekliliğini sağlamak , kar üreten  ve sadece kar değil topluma değer katan bir kurum olması için ne yapmak gerekiyor? Tabi ki bir deterjan nasıl pazarlanıyorsa aynı prensiplerin  üniversitelere de uygulanması ile bu gerçekleşir.

Gelecekte bazı üniversitelerin kapılarını kapatacağını belirtmiştim. Bunun için kahin olmaya gerek yok. Ülkemizde son 20 yılda özelleştirme süreçlerinden geçen bazı sektörlerdeki gelişmeleri takip etmek yeterlidir.

1990’lı yıllarda sağlık sektörü özel girişime açıldıktan sonra zaman içinde gittikçe artan hızda özel hastane yatırımları yapıldı. Hemen hemen ilk girişimlerin tamamı doktorların ortaklıkları şeklinde gerçekleşmiştir.  Zamanla bu ortaklıklara  bazı iş adamları sonradan iştirak etmiş  ya da bazı yatırımcılar doğrudan bu sektöre yatırım yapmıştır.  Ancak ilerleyen dönemde bu sektörde bir seleksiyon yaşanmıştır. Bazı hastaneler el değiştirmiş ya da kapanmıştır.

Bugün varolan duruma baktığımızda  ya kendilerini Premium olarak konumlandırmış (Acıbadem, Anadolu Sağlık Merkezi) ya da belli bir alanda uzmanlaşmayı tercih etmiş (Dünya Göz) hastanelerin markalaşarak  başarılı olduklarını gözlüyoruz. Bu aslında şaşırtıcı değil. Çünkü doğru bir konumlandırma  başarılı bir yatırımın başlangıcıdır. Bugün göz ameliyatı olacak birinin ilk tercihi Dünya Göz’dür. Eğer sağlık sigortası yaptıracak bir gelir seviyesinde iseniz bir sağlık sorununda başvuracağınız yer Acıbadem veya Anadolu Sağlık Merkezidir.

Bugün bir çok özel hastaneye çeşitli sağlık sorunları nedeni ile başvurmuş biri olarak bu hastaneler hakkında onlarca yorum yapabilirim. Hastanelerin farkında olmadıkları şey bir hastanın hastaneye girdiği andan itibaren tanık olduğu, gördüğü her şey bir algılar yumağı halinde onun zihninde biriktiğidir. Otopark düzeni, danışmanın yeri, duvarların boyası, yerlerin temizliği, hastane destek personelinin kılık kıyafeti ve davranışları, doktorların yetkinlikleri gibi yüzlerce faktör hastaneyi hastanın zihninde konumlandırır. İster inanın ister inanmayın hastaların zihninde her hastane bir merdiven basamağına yerleşir.

Bu nedenle bütün bu süreçler tesadüfe bırakılmadan baştan planlanarak yönetilmelidir. Özel üniversitelerin ilk yapması gereken kendilerini zaman içinde taşıyacak ve rakiplerinin karşısında avantaj kazandıracak bir konum bulmalarıdır. Özel üniversitelerimizin web sitelerini incelediğimizde sadece bir üniversitenin bir konumlama yaptığını gördük. Okan Üniversitesi “İş Hayatına En Yakın Üniversite” olarak kendini konumlamış durumda. Bu konumu nasıl hayata geçirdikleri de çok önemlidir ve ayrı bir konudur. Ancak bu girişimde bulunmaları bile yeterlidir. Ancak ne yazık ki diğer üniversitelerimiz de böyle bir çaba yoktur.

(Artık Okan Üniversitesine düşen bu vaadinin altını doldurmaktır. Ders programları, seminerler, sempozyumlar, stajlar  gibi onlarca mikro alanda iş hayatına yakın olmayı sağlayacak fonksiyonel programların uygulanması gerekir. Birkaç yıl önce “İş Hayatına Hazırlık” dersi konulduğunu açıklamışlardı.)

Üniversite eğitiminin nasıl markalaştırılacağı ve konumlanacağı sorusunun cevabı kolay değildir. Ciddi ve uzun erimli çalışmalar yapılmalıdır. Ancak ilk etapta akla gelen alanlar var;

Ø  Belli uzmanlık alanlarına göre konumlama ; en iyi mühendislik okulu, en iyi işletmecilik okulu, en iyi sağlık bilimleri okulu, en iyi sosyal bilimleri okulu vb.

Ø  Birden fazla anabilim dalında eğitim verilirken mesela belli bir fakülte üzerinde konumlandırma yapılır. Örneğin hukuk fakültesi. Hukuk fakültesinin şöhreti yayılırsa bunun algısı otomatikman diğer fakülteleri de etkileyecektir.

Ø  Öğrencileri ile olağaüstü bir ilişki kurma ve yönetme de bir farklılaştırıcı  fikir olabilir. “Öğrencisine En Yakın Üniversite” gibi

Ø  Belli bir coğrafik bölgenin üniversitesi olarak konumlanabilir. Örnek; “Çukurova’nın En İyi Üniversitesi” gibi

Ø  Öğretim üyeleri üzerinden bir konumlama yapılabilir. Öğretim üyeleri için bir standart getirilebilir ( yurtdışında doktora eğitimi veya yurtdışında yayın sahibi olma gibi) ve bu standartın üstünde olan akademisyenlerden bir kadro oluşturulabilir. “Türkiye’nin En İyi Öğretim Üyelerine Sahip Üniversite” gibi.

Ø  Bir üniversite kendini sadece Türkiye’nin değil  bölgesel (Ortadoğu ve Balkanlar) olarakda konumlayabilir. Komşu ülkelerden de öğrenci gelmesini sağlayabilir. “Yabancı Öğrencilerin En Çok Tercih Ettiği Üniversite” fikri de farklılaştırıcı bir konum olabilir. Bu Türk öğrencileri için otomatikman bir çekim merkezi yaratacaktır.

Ø  Neden bir üniversite öğrencilerini yurtdışına göndermek için özel programlar uygulamasın? Kendi kaynakları ile veya yurtdışı bağlantıları ile burs sağlayarak öğrencilerini yurtdışında lisansüstü eğitime gönderebilir. Bu durumda “En çok öğrencisini yurtdışı eğitimine gönderen üniversite “ konumunu sahiplenir. Bu durumda yurtdışı eğitimini hedefleyen özellikle ara sınıflardan öğrencileri kazanma şansı yakalar.

Konumlandırma da amaç öğrencilerin hayalleri, umutları, beklentileri ile reel hayatın gerçeklerini sentezleyen ve öğrenciler için anlam ifade eden bir vaad geliştirmektir. Herhalde her öğrencinin en somut beklentisi kendisini okul sonrası yaşamda mesleki ve yaşamsal avantajlar kazanmaktır. Bunu vaad eden ve hayata geçiren, ispatlayan   üniversiteler öğrenciler ve aileleri için çekim merkezi olacaktır. Diğerleri birbirinden hiçbir farkı olmayan sıradan, silik eğitim kurumları olmaktan kurtulamayacaktır. 31.08.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Krizde Satış Gliştirme

  HEDEF MÜŞTERİ SEGMENTİ BELİRLEMEK ÖNEMSİZ MİDİR? Hedef müşteri kavramı, pazarlamanın en çok kullanılan kavramlarından biridir. Pazarlama...