ÖZEL ÜNİVERSİTELERİMİZE KONUMLANDIRMA ODAKLI BİR BAKIŞ
Bu bakış açısının birinci aşaması
özel üniversitlerimiz markalaşacak mı sorusudur. Adı üstünde bir eğitim kurumu
özel ise yani kamu kaynaklarından desteklenmiyorsa ticari prensiplerle
yönetilmesi kaçınılmazdır. Yani;
Ø Özel
üniversitenin kuruluşu için bir sermaye kaynağı ayrılmıştır.
Ø Sermaye
sahibi için ilk hedef bu sermayeyi çıkartmak ikinci aşamada masraflarını karşılayarak yıllık ortalama %
15 karlılık sağlayacak şekilde gelir
elde etmektir.
Ø Yatırılan
sermayenin geri dönüş oranı minimum 2,5 yıl maksimum 5 yıl olacaktır.
Ø Girişimin
sürekliliği düzenli gelir ve kar üretmesi ile mümkündür. Her ne kadar vakıf
yatırımı olsa da üniversitenin geleceği,
ek sermaye koymadan kendi dinamizmi içinde yürümesine bağlıdır.
Ø Gelirlerin
tek kaynağı ise öğrencilerin ödemeleridir. Yani üniversiteler yıllık bedeli ödeyebilecek öğrencilerin
tercihini sağlamak durumundadır. Üniversite yıllık fiyatları nedeni ile ne
yazık ki toplumun çok küçük bir yüzdesi bu imkandan yararlanacaktır.
Ø Yani
bütün özel üniversitelerin kontenjanlarını dolduracak kadar para ödeme gücü
olan öğrenci tabanı olduğunu düşünmüyoruz.
Ø Bu
durumda önümüzdeki yıllarda bazı özel üniversitelerin kapılarını
kapatacağını tahmin edebiliriz.
Ø Kapıları
kapatmamanın tek yolu her yıl bu dar öğrenci kitlesi içinde sürekli ve düzenli
öğrenci kazanmaktır.
Ø Bunun
için her bir üniversite hem devlet
üniversiteleri hem de diğer özel üniversiteler ile rekabet halinde olduğunu
kabul etmelidir.
Ø Bir
tespit daha yapabiliriz. Lise seviyesinde bazı özel kurumlar kendilerini
markalaştırmıştır. Robert Koleji, Galatasaray Lisesi gibi kurumlar kazandırdıkları yabancı dile becerisi ve
eğitim nitelikleri ile paralı olmasına rağmen
gelir seviyesi uygun olan ailelerin tercihini kazanabiliyorlar. Bu
aileler parasız eğitim imkanı olmasına rağmen çocuklarını devlet okulların
göndermiyorlar.
Ø Ancak
üniversiteler için aynı şey geçerli değildir. Bugün Türkiye’nin en iyi üç
üniversitesi (B.Ü., İ.T.Ü ve ODTÜ) devlete aittir. Ve sınavlarda ilk 1000
öğrenci bu okullara girebilmektedir. Eğer iyi bir öğrenci iseniz parasal gücünüzden bağımsız olarak bu okullarda
eğitim görme imkanına sahip olabilirsiniz.
Ø Üstelik
iyi bir eğitime bedelsizde sahip olunabiliyorsa neden para ödensin.
Ø Yani
eğitimin üniversite aşamasında durum
devlet üniversitelerinin lehinedir.
Peki bir üniversite faaliyetinin sürekliliğini sağlamak , kar
üreten ve sadece kar değil topluma değer
katan bir kurum olması için ne yapmak gerekiyor? Tabi ki bir deterjan nasıl
pazarlanıyorsa aynı prensiplerin
üniversitelere de uygulanması ile bu gerçekleşir.
Gelecekte bazı üniversitelerin
kapılarını kapatacağını belirtmiştim. Bunun için kahin olmaya gerek yok.
Ülkemizde son 20 yılda özelleştirme süreçlerinden geçen bazı sektörlerdeki
gelişmeleri takip etmek yeterlidir.
1990’lı yıllarda sağlık sektörü
özel girişime açıldıktan sonra zaman içinde gittikçe artan hızda özel hastane
yatırımları yapıldı. Hemen hemen ilk girişimlerin tamamı doktorların
ortaklıkları şeklinde gerçekleşmiştir.
Zamanla bu ortaklıklara bazı iş
adamları sonradan iştirak etmiş ya da
bazı yatırımcılar doğrudan bu sektöre yatırım yapmıştır. Ancak ilerleyen dönemde bu sektörde bir
seleksiyon yaşanmıştır. Bazı hastaneler el değiştirmiş ya da kapanmıştır.
Bugün varolan duruma
baktığımızda ya kendilerini Premium
olarak konumlandırmış (Acıbadem, Anadolu Sağlık Merkezi) ya da belli bir alanda
uzmanlaşmayı tercih etmiş (Dünya Göz) hastanelerin markalaşarak başarılı olduklarını gözlüyoruz. Bu aslında
şaşırtıcı değil. Çünkü doğru bir konumlandırma
başarılı bir yatırımın başlangıcıdır. Bugün göz ameliyatı olacak birinin
ilk tercihi Dünya Göz’dür. Eğer sağlık sigortası yaptıracak bir gelir
seviyesinde iseniz bir sağlık sorununda başvuracağınız yer Acıbadem veya
Anadolu Sağlık Merkezidir.
Bugün bir çok özel hastaneye
çeşitli sağlık sorunları nedeni ile başvurmuş biri olarak bu hastaneler hakkında
onlarca yorum yapabilirim. Hastanelerin farkında olmadıkları şey bir hastanın
hastaneye girdiği andan itibaren tanık olduğu, gördüğü her şey bir algılar
yumağı halinde onun zihninde biriktiğidir. Otopark düzeni, danışmanın yeri,
duvarların boyası, yerlerin temizliği, hastane destek personelinin kılık
kıyafeti ve davranışları, doktorların yetkinlikleri gibi yüzlerce faktör
hastaneyi hastanın zihninde konumlandırır. İster inanın ister inanmayın
hastaların zihninde her hastane bir merdiven basamağına yerleşir.
Bu nedenle bütün bu süreçler
tesadüfe bırakılmadan baştan planlanarak yönetilmelidir. Özel üniversitelerin
ilk yapması gereken kendilerini zaman içinde taşıyacak ve rakiplerinin
karşısında avantaj kazandıracak bir konum bulmalarıdır. Özel üniversitelerimizin
web sitelerini incelediğimizde sadece bir üniversitenin bir konumlama yaptığını
gördük. Okan Üniversitesi “İş Hayatına En Yakın Üniversite” olarak kendini
konumlamış durumda. Bu konumu nasıl hayata geçirdikleri de çok önemlidir ve
ayrı bir konudur. Ancak bu girişimde bulunmaları bile yeterlidir. Ancak ne
yazık ki diğer üniversitelerimiz de böyle bir çaba yoktur.
(Artık Okan Üniversitesine düşen
bu vaadinin altını doldurmaktır. Ders programları, seminerler, sempozyumlar,
stajlar gibi onlarca mikro alanda iş
hayatına yakın olmayı sağlayacak fonksiyonel programların uygulanması gerekir.
Birkaç yıl önce “İş Hayatına Hazırlık” dersi konulduğunu açıklamışlardı.)
Üniversite eğitiminin nasıl
markalaştırılacağı ve konumlanacağı sorusunun cevabı kolay değildir. Ciddi ve
uzun erimli çalışmalar yapılmalıdır. Ancak ilk etapta akla gelen alanlar var;
Ø
Belli uzmanlık alanlarına göre konumlama ; en
iyi mühendislik okulu, en iyi işletmecilik okulu, en iyi sağlık bilimleri
okulu, en iyi sosyal bilimleri okulu vb.
Ø
Birden fazla anabilim dalında eğitim verilirken
mesela belli bir fakülte üzerinde konumlandırma yapılır. Örneğin hukuk
fakültesi. Hukuk fakültesinin şöhreti yayılırsa bunun algısı otomatikman diğer
fakülteleri de etkileyecektir.
Ø
Öğrencileri ile olağaüstü bir ilişki kurma ve
yönetme de bir farklılaştırıcı fikir
olabilir. “Öğrencisine En Yakın Üniversite” gibi
Ø
Belli bir coğrafik bölgenin üniversitesi olarak
konumlanabilir. Örnek; “Çukurova’nın En İyi Üniversitesi” gibi
Ø
Öğretim üyeleri üzerinden bir konumlama
yapılabilir. Öğretim üyeleri için bir standart getirilebilir ( yurtdışında
doktora eğitimi veya yurtdışında yayın sahibi olma gibi) ve bu standartın
üstünde olan akademisyenlerden bir kadro oluşturulabilir. “Türkiye’nin En İyi
Öğretim Üyelerine Sahip Üniversite” gibi.
Ø
Bir üniversite kendini sadece Türkiye’nin
değil bölgesel (Ortadoğu ve Balkanlar)
olarakda konumlayabilir. Komşu ülkelerden de öğrenci gelmesini sağlayabilir.
“Yabancı Öğrencilerin En Çok Tercih Ettiği Üniversite” fikri de farklılaştırıcı
bir konum olabilir. Bu Türk öğrencileri için otomatikman bir çekim merkezi
yaratacaktır.
Ø
Neden bir üniversite öğrencilerini yurtdışına
göndermek için özel programlar uygulamasın? Kendi kaynakları ile veya yurtdışı
bağlantıları ile burs sağlayarak öğrencilerini yurtdışında lisansüstü eğitime
gönderebilir. Bu durumda “En çok öğrencisini yurtdışı eğitimine gönderen
üniversite “ konumunu sahiplenir. Bu durumda yurtdışı eğitimini hedefleyen
özellikle ara sınıflardan öğrencileri kazanma şansı yakalar.
Konumlandırma da amaç
öğrencilerin hayalleri, umutları, beklentileri ile reel hayatın gerçeklerini
sentezleyen ve öğrenciler için anlam ifade eden bir vaad geliştirmektir. Herhalde
her öğrencinin en somut beklentisi kendisini okul sonrası yaşamda mesleki ve
yaşamsal avantajlar kazanmaktır. Bunu vaad eden ve hayata geçiren,
ispatlayan üniversiteler öğrenciler ve
aileleri için çekim merkezi olacaktır. Diğerleri birbirinden hiçbir farkı
olmayan sıradan, silik eğitim kurumları olmaktan kurtulamayacaktır. 31.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder